20 Ekim 2014 Pazartesi

NAZIM HİKMET RAN

 BİYOGRAFİSİ
1902 yılında Selanik'te doğdu. İlköğrenimini İstanbul'da Göztepe Taşmektep, Galatasaray Lisesi ilk bölümü (1914) ve Nişantaşı Numune Mektebi'nde tamamladı. Orta öğrenimi Heybeliada Bahriye Mektebi'nda yaptı (1918). Bahriye'yi bitirdikten sonra, Hamidiye Kruvazörü'ne stajyer güverte subayı olarak verildi. Bir gece nöbetinde üşütüp zatülcem oldu (1919). Sağlığını kazanamayınca, askerlikten çürüğe çıkarıldı (1920).

Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçti. Bolu Lisesi'nde kısa bir süre öğretmenlik yaptı (1921). Rus devrimiyle ilgilendi. Bir süre sonra Batum'dan Moskova'ya gitti. Doğu Üniversitesi'nde ekonomi ve toplumbilim okudu (1922-1924). Yurda dönüşünden sonra Aydınlık dergisine katıldı. Burada çıkan şiirlerinden dolayı, hakkında mahkumiyet kararı verildiğini öğrenince, yeniden Rusya'ya kaçtı. Af çıkması üzerine Türkiye'ye döndü. Bir süre Hopa Cezaevi'nde tutuklu kaldı (1928).

Daha sonra İstanbul'a yerleşti. Çeşitli gazetelerde ve film stüdyolarında çalıştı. İlk şiir kitaplarını çıkardı ve oyunlarını yazdı (1928-1932). Bir ara yine tutuklandı. Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla serbest bırakıldı.

Akşam, Son Posta ve Tan gazetelerinde 'Orhan Selim' takma adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yaptı (1933).

Kara Harp Okulu öğrencileri arasında propaganda yaptığı iddiasıyla yargılandı. Harp Okulu, Askeri Mahkemesi'nce 15 yıl, ardından Donanma içinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla da Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nce 20 yıl olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezası Türk Ceza Kanunu'nun 68 ve 77 maddeleri uyarınca, 28 yıl dört aya indirildi (1938).

Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra çıkarılan af yasası (1950) kapsamına alınması için açılan büyük bir kampanya başlatıldı. Bu arada hapishanede açlık grevine başladı. Sonunda geri kalan cezası affedildi.

Serbest bırakıldıktan sonra hakkında askerlik kararı alındı. 50 yaşında, çok zor durumda kaldı. Kız kardeşinin kocası Refik Erduran'ın yardımıyla bir motorla Karadeniz'de seyreden Romanya bandıralı bir gemiye binerek Türkiye'den kaçtı. Bundan sonraki hayatı, baskı altında ve zorunlu Sovyet propogandası yapmakla geçmiştir. 3 Haziran 1963 tarihinde Moskova'da öldü. 


PÖPÜLER ŞİİRLERİ 
Bence Sen de Şimdi Herkes Gibisin

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin


Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin


Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin...



Sevgilim



Sevgilim,
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
                            çiğnenen ekinler
                            ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
                                                                                 gidiliyor.
Ve insanlar katlediliyor :
                                        ağaçlardan ve danalardan
                                                                            daha rahat
                                                                            daha kolay
                                                                            daha çok.


Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliâmda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...


Vatan Haini 


"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
 hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 



Ceviz Ağacı
 
 

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,                                                                                    
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

 
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

 
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında..


Davet 


Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
  bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
  bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
  bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
  bu hasret bizim...


Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle... 
 

 

18 Ekim 2014 Cumartesi

HÜSEYİN NİHAL ATSIZ( TÜRK'ÜN KESKİN KALEMİ)


Hüseyin Nihal Atsız Bey´in babası, Gümüshane ilinin Dorul ilçesinin Midi köyünden 'Çiftçioğulları' ailesine mensup (Deniz Makina Önyüzbaşısı) Hüseyin Ağa´nın oğlu (Deniz Güverte Binbaşı) Mehmet Nail Bey olup; annesi ise, Trabzon´un kadıoğulları ailesinden (Deniz Yarbayı) Osman Fevzi Bey´in kızı fatma Zehra Hanım´dır

Atsız´ın babası Mehmet Nail Bey (1877-1944) donanmaya girer ve Deniz Güverte Binbaşılığına kadar terfi eder.1903 yılındaYüzbaşı iken ilk esi Fatma Zehra Hanım´la evlenir. Bu evlilikten,12 Ocak 1905´de Hüseyin Nihal,1 Mayıs 1910´da Ahmet Necdet (Sancar) ve Aralık 1912´de de Fatma Nezihe (Çiftiçioğlu) olmak üzere üç çocuğu olur.

Atsız, ilkokula, altı yaşında, Kadıköy´de ki Fransız okul´unda başlar. Fakat çok geçmeden, çıkan bir yangında okulun yanması sonucu aynı semtteki Alman Okulu´na verilir (1911) . Bir süre sonra, Kızıldeniz´de bulunan Malatya ganbotunun süvarisi olan babasının yanına gider. Bu arada Türk-İtalyan savaşı çıkar ve ganbotun İstanbul´un emri ile Süveyş´e sığınması üzerine Atsız´da bir kaç ay Fransız okuluna devam eder.

İstanbul sultanisi´nin onuncu sınıfında iken (1922) , imtihanla Askeri Tıbbiye ´ye girer. Tıbbiyeden sonra Kabataş Lisesi´nde üç ay kadar yardımcı öğretmenlik yapar. Bilahere Deniz Yolları´nın 'Mahmut Şevket Paşa' adlı vapurunda katip olarak çalışır ve birkaç seferde katılır. Ancak bu işten tatmin olmaz ve 1926 yılında İstanbul Darülfünunu´nun (üniversitesinin) Edebiyat Fakültesinin yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi´ne kaydolur.

Atsız fakülteden mezun olduktan sonra, Hocası Köprülü, Maarif Vekaleti nezdinde Atsız için aracılık eder ve sekiz yıllık mecburi hizmetlerini affettirerek, kendi yanına asistan olarak alır. (25 Ocak 1931)

15 Mayıs 1931´de 'Atsız Mecmua' yı çıkartmaya başlar. Yazı kadrosuna M. Fuat Köprülü, Zeki Velidi Toğan, Abdulkadir İnan gibi ilim adamlarının da dahil bulunduğu bu 'Türkçü ve Köycü' dergi, Ziya Gökalp´ten sonra Cumhuriyet döneminde Türkçülük çığrını açar. Dergi,25 Eylül 1932 tarihine kadar 17 sayı çıkar. Atsız, Orhun dergisinin 1 Mart 1944´tarihli 15. sayısında, İsmail Hakkı Baltacıoğlu´nun 1944 Şubat´ında Halkevinde verdiği konferansta komünistlerin küstah hareketleri ve sözleri nedeniyle, devrin başkanı Şükrü Saraçoğlu´na hitaben bir 'Açık Mektup' yayınlar. Bir yıl önceki Türkçe sözleri hatırlatılarak 'solculuğun müsamaha ve kayıtsızlıktan faydalanarak sinsi sinsi ilerlediğini' açıklar. Bunu ikinci Mektup takip eder. Yurdun her yerinden ilgi gören açık mektuplar, kısa zamanda ülkenin gündemini meşgul etmeye başlar. Bu durumdan tedirgin olan zamanın Milli Eğitim Bakanı tarafından, Atsız´in Boğaziçi Lisesin´deki Edebiyat öğretmenliği görevine 7 Nisan 1944 tarihinde son verir. Dergi kapatılır ve Atsız hakkında dava açılır.

Atsız İstanbul´da oturduğu için, trenle Ankara´ya gider, garda binlerce genç tarafından karşılaşılır. Birçok genç tutuklanır. Mahkeme, Atsız´i 4 ay hapis cezasına mahkum ederse de daha önce mahkumiyeti olmadığı ve iyi hali gözetilerek, cezalarının teciline karar verir.

'Irkçılık-Turancılık' davası,7 Eylül 1944 den itibaren haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eder,29 Mart 1945 tarihli duruşmada, Atsız 6,5 yıla arkadaşları da muhtelif cezalara mahkum edilirler. Temyiz üzere Askeri Yargıtay kararı esastan bozar. Atsız,1,5 yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilir.

1950-1951 öğrenim yılının başında Haydar Paşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine getirilen Atsız, burada iki yıl görev yaptı. Bu defa da,3 Mayıs´in kutlamaları için Ankara´da verdiği ilmi bir konferans bahane edilerek öğretmenlikten alındı ve Süleymaniye Kütüphanesindeki eski görevine iade edildi. (1952) . Burada 17 yıl çalıştıktan sonra 1969´da emekliye ayrıldı.

1950-1952 yıllarında yayınlanan haftalık Orhun dergisinin başyazarlığını yaptı.1962´de kurulan Türkçüler Derneği´nin genel başkanlığını üstlendi.1964´den vefatına kadar Ötüken dergisini yayınladı. Ötüken´de bölücülük hareketlerine karşı dikkatleri çeken yazıları sebebiyle kendisi 'bölücülük' iddiası ile suçlanarak yargılandı.

Fikir hareketini yürütmek, Allah´tan başka kimsenin önünde eğilmemeyi, Allah´tan başka kimseden korkmamayı, dünya ile ilgili arzu ve ihtiyaçlara tenezzül etmemeyi gerektirir ki, her zaman saygı ve hayranlıkla andığımız Atsız; baş eğmeyen, diz çökmeyen ve bütün baskılara rağmen susmayan, susturulamayan bir dava adamı olarak, arkasından silinmez izler bırakarak tarihe geçmiştir.

Nihal Atsız son derece mütevazı imkanlar içinde yaşamasına rağmen, Türk Edebiyatı´nın ve Türk fikir hayatının en değerli eserlerine dev boyutta eserler katmış ve tek başına Türk Milliyetçiliği´nin akademisi haline gelmiştir.
POPÜLER ŞİİRLERİ

Geri Gelen Mektup
 
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Herşey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...

 Kahramanlık

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.

Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.

Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık.
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerekir.
Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir...


Türk Kızı

Pınar başına geldi
Bir elinde güğümü;
Çattı yay kaşlarını
Görünce güldüğümü,
Bağlamıştı gönlümü
Saçlarını düğümü.
Bilmiyordum bu örgü
Acaba bir büğümü?

Sordum: nerdedir yerin?
Nedir senin değerin?
Yedi kral vurulmuş,
Ne bu ceylan gözlerin?
Hangisine varırsın
Bu yedi ünlü erin?
Şöyle dedi bakarak
Göklere derin derin:

Kıralların taçları
Beni bağlar büğü mü?
Orduları açamaz
Gönlümdeki düğümü.
saraylarda süremem
Dağlarda sürdüğümü.
Bin cihana değişmem
Şu öksüz Türklüğümü...


Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle... 
 

SONRAKİ YAYINLAR HAKKINDA BİLGİLENDİRME

Blogumu takip eden değerli okurlarım, sizlere daha önceki iki yazımda dünyanın bilinen ilk şairi, Kral Sargonun kızı Enheduanna'yı ve bilinen ilk Türk şair Aprın Çor Tigin'i yazmıştım.Bunları yazmamda ki amaç bir nebzede olsa sizlere birşey katmaktı. Umarım faydalı olmuşumdur. Bundan sonraki yazılarımda yakın tarihimizin en ünlü şairlerinin hayatlarını, şiire nasıl başladıklarını,aşklarını ve en ünlü şiirlerini paylaşacağım.Sizleri seviyorum.Hoşçakalın.

BİLİNEN İLK TÜRK ŞAİR: APRIN ÇOR TİGİN VE ŞİİRLERİ





Uygur dönemine ait mani dininin etkisindeki edebiyatta “nazım, manzume, şiir” için Hintçe’den geçen "şlok" ve Türkçe "takşut" kelimeleri kullanılmıştır. "Küg" kelimesi de şiir ve nazım için kullanılmıştır.Manici şiirin nazım birimi genellikle dörtlüktür. Mısra başı kafiyesinden başka ahenk unsurları da vardır. Hece sayısı bakımından belli bir düzen yoktur.Manici çevreden kalma sekiz şiir bilinmektedir. Bunlardan ikisinin şairi Aprın Çor Tigin’dir. Aprın Çor Tigin, Türk edebiyatı tarihi açısından çok önemli bir isimdir; çünkü o, adı bilinen ilk Türk şairidir. Bir başka ifadeyle şairi belli olan ilk şiirler ona aittir.Turfan kazılarında bulunan şiirleri ilk kez A. von Le Coq tarafından 1919’da yayımlanmıştır. Elimize geçen iki şiirinden ilki, üç dörtlükten oluşan ve ilâhî tarzında yazılmış bir övgü olup ilk dörtlüğü zedelenmiştir. Aprın Çor Tigin’in ikinci şiiri, aşk konusunda yazılmış din dışı bir şiirdir. Yedi dörtlükten oluşan bu şiirin ilk dörtlüğü kayıptır.“Sevgili” adı verilebilecek olan bu şiir, Uygur edebiyatının, dolayısıyla Türk şiirinin ilk ve en eski lirik şiir örneği sayılır:


SEVGİLİ

kasınçığımın öyü kadgurar men
kadgurdukça
kaşı körtlem
kavışıgsayur men

Yavuklumu düşünüp dertleniyorum.
dertlendikçe
kaşı güzelim
kavuşmayı özlüyorum

öz amrakımın öyür men
öyü evirür men ödü/…/ çün
öz amrakımın
öpügseyür men

Kendi sevgilimi düşünürüm ben
düşünürüm düşünürüm de… [mısra kopuk!]
kendi sevgilimi
öpmek isterim ben

barayın tiser
baç amrakım
baru yime umaz men
bağırsakım

Kaçıp gitsem
güzel sevgilim
gene de gidemem ki ben
merhametlim!

kireyin tiser
kiçigkiyem
kirü yime urnaz men
kin yıpar yıdlıgım

Sokulayım desem (sana)
yavrucuğum
gene de sokulamam ki ben
misk gibi güzel kokulum!

yaruk tengriler
yarlıkazunın
yavaşım birle
yakışıpan ardılmalım

Işık Tanrılar
sayesinde
huyu güzelimle
birleşip ayrılmayalım

küçlüg priştiler
küç birzünin
közi karam birle
külüşüpen külüşügin oluralım

Kudretli meleklerin
kudreti sayesinde
kara gözlümle
gülüşüp oturalım.

17 Ekim 2014 Cuma

DÜNYADA BİLİNEN İLK ŞAİR

Günümüz kadınlarını düşünüyorumda durumları içler acısı. Bir millet kadınlarına sahip çıkmalı ki büyük bir medeniyet kurabilsin. Ne yazık ki ülkemizde  iki günde bir kadın öldürülüyor. Kadınlara yapılan zulmün  en büyük nedenleri ülkemizdeki düşük  eğitim seviyesi,  yıllardır süregelen ve halen devam etmekte olan yanlış eğitim politikalarıdır. İnşallah bu toplumsal travmaları bir an önce atlatırız.

Siz değerli okuyucularıma zamanını aşmış ve binlerce yıl geriden bize ışık tutan bir kadını Ay rahibesini ve dünyanın bildiği ilk şairi anlatmak istiyorum.

ENHEDUANNA (M.Ö.2285-2250)


Enheduanna
 Enheduanna, adı ve ürettikleri tarihe geçmiş olan, dünyanın ilk yazarı ve şairidir. Yeryüzünün bilinen ilk imparatoru olan Agade kralı Sargon’un kızı ve bir ay rahibesiydi. Agade imparatorluğu, toprakları Akdeniz’den Pers ülkesine kadar geniş bir alanı kapsıyordu. Sargon, yazılı kayıtların ışığına yansıyan tarih öncesi çağların loş karanlığında görünen ilk ve en önemli liderdir. Erken ilk bin yılda, çivi yazısıyla tabletlere kaydedilerek günümüze ulaşan şu sözlerin, Kral Sargon’a ait olduğu kabul edilmiştir: “Bana gebe kalan kutsal annem, beni gizlice dünyaya getirdikten sonra, hasırdan bir sepete koymuş ve kara sakızla her yanını ziftlemiş ve nehre emanet ederek akıntıya bırakmış. Nehir beni bir çiftçi olan Akki’ye götürmüş. Akki beni oğlu olarak yetiştirdi... Bahçıvanlık yaptığım sürede ve elli dört yıl süren krallığım boyunca Tanrı İştar beni sevdi ve korudu.” Sargon’un kişisel özelliklerinin ayrıntılı olarak anlatıldığı bu metinlerde, ayrıca yazar olan kızı Enheduanna’yı da karakterize etmektedir. Şairin kişisel tarihi, hayli yüksek derecede politik şiirlerinden anlaşılmaktadır. Şiirlerindeki kozmik vizyon ve etiksel izlek İsaiah’ı çağrıştırır. Şiirleri de Sümerlerin sevgi Tanrıçası İnanna içindir. Yeryüzüne, ona yardıma ve ihtiyacı olduğunda yanında olmak için bir dost olarak gönderilmiş olan bir yarı-tanrı ile konuşur. Şiirlerinde, şaşırtıcı metaforlar, yalınlık ve duyarlılıklar vardır. Şiirleri, Sappho’nun yarı-tanrı Afrodit için yazdığı şiirleri çağrıştırır. Taş bir tablette, yanında çalışan üç yardımcısı tarafından, yüksek din görevlilerinin özellikleri ve benzerlikleri ayrıntılarıyla betimlenmiş, şairin kişisel özellikleri, giysilerine varana dek cömertçe sergilenmiştir. Buraya alınan şiirleri, “Enheduanna’nın Mutluluğu” İnnana’ ya adanmış bir şiirin on sekiz bölümünü içermekte olup, çiviyazısı tabletlerden alınmıştır. Şairin, kendisine ait olduğu araştırmalar sonucu kesinleşmiş olan ve tapınakta okunmak üzere yazıldığı anlaşılan kırk iki adet ilahisi vardır. Enheduanna’ya atfedilen diğer bazı şiirlerin ise ona ait olduğu kesinlik
 kazanmamıştır.
  




Şiirlerinden bazıları:


                                                                                          

Tanrıça İnanna
''...Sen taşkın bir selsin dağlardan inen,          
Ah, her şeyden önce gelen,

 AY tanrıçası İnanna, cennetin ve dünyanın                            tanrıçası!                        
Ateşin kıvılcımlar saçıyor ve sıçrıyor halkımın üzerine.
Bir hayvana binmiş hanım,
An sana üstünlük veriyor, kutsal buyruklar;
Ve sen işte böyle davranıyorsun.
Bütün büyük ayinlerimizde sen varsın.
Ama kim anlayabiliyor ki seni gerçekten?
...


veya



'' ...
Hayatım alevler içinde.
O beni dağlardaki böğürtlen dikenlerinde
mecbur etti yürümeye.
Sıyırdı başımdan,
bir baş rahibeye yaraşan tacı.
Bir hançer ve bir kılıç verdi elime,
ve dedi;
“senin için yapıldı bunların ikisi de,
çevir onları hemen kendi öz bedenine''